Çatı ve Cephe Sistemleri Dergisi 104. Sayı (Mart 2024)

25 ÇATI VE CEPHE • Mart / 2024 BÜTÜNCÜL ÇÖZÜMLERIN ÖNEMI Net sıfır enerjili ya da net sıfır emisyonlu binaların yeterince hızlı yaygınlaşmamasının tek nedeni elbette inşaat sektörünün tutucu yaklaşımı değildir. Buradaki en önemli sorun, yenilebilir enerji kaynaklarını, enerji verimli bina sistemlerini, bina kabuğunu ve mümkünse termal enerji depolama sistemlerini bir araya getirebilen tasarım-sistem ve uygulamaların eksikliğidir. Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) tarafından çok yerinde belirtildiği gibi, "Düşük emisyonlu ve yenilenebilir enerji kaynaklarını kullanarak teknik sistemlerin yüksek verimli bina cephe yenileme çözümlerinin maliyet-etkin kombinasyonlarını bulmak, birçok araştırma projesinin ana zorluğu ve odağıdır." [5] Bu zorlukları ele almaya yönelik çeşitli araştırma projeleri olsa da, binalarda tamamen entegre çözümlerin eksikliği temel bir sorundur. Sürdürülebilir binaların yaygınlaştırılması için önemli teşvikler ve yönergeler bulunmasına rağmen, bina sektörü genellikle geleneksel uygulamaları sürdürmeye devam etmektedir. Ayrıca, mevcut binaların enerji yenileme çalışmaları da yeterince hızlı gerçekleşmemektedir. Yukarıda bahsedilen bu zorlukları aşmak için termal enerji depolama (TED) sistemleri çok önemli olanaklar sağlamaktadır. Özellikle binalarda enerji verimliliği söz konusu olduğunda enerji depolamanın önemi göz ardı edilemez. TED sistemleri tampon görevi görerek fazla yenilenebilir enerjiyi bolluk dönemlerinde depolar (şarj) ve ihtiyaç duyulduğunda serbest bırakarak (deşarj) bu soruna çözüm sunar. Bu, özellikle dalgalanan yenilenebilir enerji kaynaklarının uyumunu arttırırken şebeke istikrarına ve esnekliğine yardımcı olur. Ayrıca TED, pik yükün azaltılmasında hayati bir rol oynar ve şebeke gerilimini azaltarak maliyetli, karbon ayak izi yüksek santrallere olan ihtiyacı ortadan kaldırır. TED beş ana sektörün karbonsuzlaştırılmasına katkıda bulunabilir: enerji, sanayi, bölgesel ısıtma ve soğutma, soğuk zincir uygulamaları ve binalar. TED yatırımlarının, yenilenebilir enerji, verimlilik ve daha fazla elektrifikasyona geçişi destekleyerek uzun vadeli iklim ve sürdürülebilirlik hedeflerine ulaşılmasına yardımcı olacağı belirtilmektedir [5]. Fakat bu uygulamalar daha çok enerji santralleri ve bölgesel ısıtma-soğutma sistemlerinde görülmekte, müstakil yapılarda TED sistemlerinden yeterince yararlanılmamaktadır. PEKI, TED BINALARA NASIL ENTEGRE EDILEBILIR? Bunun için öncelikle TED teknolojilerine biraz daha yakından göz atmak gerekir. TED’ler enerji depolama sistemleri içinde “ısıl” tekniğini kullanırlar ve genelde duyulur, gizli ısı ve termokimyasal olarak üç ana gruba ayrılırlar. Duyulur depolama, ısıyı malzemenin sıcaklığını artırarak veya azaltarak depolamayı içerir. Bu, sıcak su, taşlar, çelik dahil olmak üzere yerinde sistemler (on-site) kullanmaktadır. Sürdürülebilir binalar, yaklaşık sıfır enerjili binalar (NZEB) ve sıfır emisyonlu binalar (ZEB), enerji verimliliği ve çevresel sürdürülebilirlik açısından önemli adımlar olarak kabul edilmektedir. Ancak, bu konuda istenen düzeyde ilerleme kaydedildiğini söylemek zordur. Bu tür binaların tasarımı ve inşası, enerji verimliliği ve karbon ayak izi azaltma amacıyla teşvik edilmektedir fakat birçok bina hâlâ geleneksel yöntemlerle inşa edilmekte ve enerji tüketiminde ciddi israflara neden olmaktadır. İNŞAAT SEKTÖRÜNÜN “TUTUCU” YAKLAŞIMI: Maalesef, inşaat sektörü, yenilikçilik açısından geride kalan sektörlerden biri olarak öne çıkmaktadır. Yerleşik aktörler, geleneksel iş modellerine ve teknolojilere sıkı sıkıya bağlı kalmayı tercih etmekte, özellikle yenilebilir enerji kaynakları entegrasyonu konusunda isteksiz davranmaktadırlar. Genellikle son derece dar bir yaklaşımla (çatıya konulan birkaç PV panel ya da güneş kollektörü) konu geçiştirilmektedir. Daha kapsamlı tasarımlar ise çoğu zaman “prestijli” ve yüksek bütçeli projelerde uygulanabilmektedir. Bu projelerde bile hedef “net sıfır” ya da “yaklaşık sıfır” enerjili binadan çok belli bir enerji sertifikasyonu alma yönünde olmaktadır. Ayrıca bu tasarımlar tek bir binaya özgün olmakta, yeni bir binada tüm tasarım ve yapım süreci zorlukları yeniden yaşanmaktadır. Özellikle de bu binalar “entegre tasarım” anlayışıyla projelendirilmediyse, edinilen tecrübelerin bir sonraki projeye aktarılması (aynı ekiplerle çalışılsa ve benzer binalar tasarlansa bile) çok zor olmaktadır. İkinci bir sorun, mevcut binaların renovasyon ve enerji verimli hale getirilmesi konusunda yaşanmaktadır. İnşaat sektörü aktörleri, aslında geleceği son derece parlak bu sektöre karşı isteksiz davranmakta, daha çok yeni bina projelerine odaklanmaktadırlar. Enerji verimliliği, sadece izolasyon problemi olarak ele alınmakta ve uygulama örnekleri “mantolama” işleriyle sınırlı kalmaktadır. Açıktır ki sadece dış izolasyonun iyileştirilmesi ZEB hedeflerine ulaşmak için son derece yetersizdir. Özet olarak, inşaat sektörü, “The Economist”in manşetine taşıdığı gibi, iklim değişikliği konusunda hiç de iyi bir karneye sahip değildir. Mevcut tasarım-dizayn yaklaşımları ve piyasada bulunan bina malzeme- yapı sistemleri değişmedikçe de daha iyi bir performans beklemek hayalcilik olacaktır. Şekil 1. İnşaat sektörünün çevre dostu teknolojilere ilgisizliği önemli bir sorun olarak önümüzde durmaktadır. [4] MAKALE

RkJQdWJsaXNoZXIy MTcyMTY=