Çatı ve Cephe Sistemleri Dergisi 11. Sayı (Kasım-Aralık 2007)

~ gorunuş Orhan Baltacıgil Mimarlık ve Duyarlılık Ablamın yakın arkadaşlarından birinin nişanlısı olan mimarla bir an önce tanışmaya can atıyordum. Lisedeki çok değerli felsefe öğretmenimin, seçeceğim mesleği öğrendikten sonra kafama yerleştirdiği o yakıcı "sorunsal"ı kendisine açıp, bir türlü bulamadığım yanıt konusunda ilerleme kaydedebilecektim ... Konu şuydu: "Diyelim ki emir altındasınız. İtiraz hakkınız yok! Sizden, aynı idealleri paylaştığınız yakın arkadaşlarınızın tutuklanıp, içine atılacağından emin olduğunuz bir hapishane inşa etmeniz isteniyor. Bir mimar olarak konuyu çeşitli açılardan değerlendirin bakalım! .. " Tanışacağım adam, -o sıralarda yedek subaylığını yapmakta olan bir mimar olduğu için- bu soruyu yanıtlayacak kişinin ta kendisi olmalıydı; dönem ise, ünlü 12 mart 1970 askeri cunta dönemi! Hemen konuya girip, kafamı kurcalayan problemi anlattım: "Siz şimdi gerçekten de seçme şansının bulunmadığı böyle bir durumdasınız. Ya benim problemimdeki gibi, sizden de bir tutukevi yapmanız istense ..." diyecek oldum. Rastlantının bu kadarı! Meğerse o zaten benim sanal karabasanımın gerçeğini Maltepe Kışlası'nda yapmakla görevli değil miymiş? Gel gör ki arkadaşta endişe ve sıkıntıdan eser yok; tersine gayet huzurlu ve neşeli görünüyor! İçimden, "izinli 24 ÇAT&I CEPHEK• ASIM-ARAL2I0K0/ 7 ve nişanlısı ile buluşmuş olmanın mutluluğundandır herhalde" diye yorumlamaya çabalıyorum, ama yine de ona: "Kim bilir ne kadar zordur?" diye sormaktan kendimi alıkoyamıyorum. Hayır! Hiçbir zorluğu yokmuş! Asker milleti mimarlıktan ne anlarmış ki, tutuklu koğuşlarını sağdan hizaya bakar gibi aynı çizgide planlayınca tatmin oluyorlarmış! En kolay mimarlığı burada yapıyormuş, falan... Sorunsalıma aradığım yanıtın ipuçlarını bulmak şöyle dursun, o gün şu acı gerçeğin farkına vardım: "Demek ki, tümüyle duyarsız ve sorumsuz tipleri de mimar yapıyorlar!" Kuzey lrak'ta iş almak... Pek çok Türk inşaatçı bundan hiç mi hiç gocunmadı. Onların Kuzey Irak sandıkları yere işverenleri Güney Kürdistan diyormuş, ne gam! Soracak olsanız, "Peki Kuzey Kürdistan neresiymiş, hiç mi merak etmediniz?" diye! Duymazdan gelecekler ya da kendilerinin sivil amaçlı işler aldıklarından söz edeceklerdir. Biraz daha köşeye sıkıştırılacak olsalar, o veciz ve anlamlı(!) yanıt hazır: "Biz yapmasak sanki başkasını bulamayacaklar!" Kürt ve Türk elbette ki kardeştir. Saddam döneminde lrak'taki Kürtlerin uğradıkları zulüm de unutulur gibi değil. Bağımsızlık istemek -bir daha aynı acıları yaşamamak adına- elbette ki geçerli bir talep. Ama üsmanlı'daki Türk "mandacı"yı ne denli zavallı bulduysam, Amerika'nın kucağındaki Kürt "bağımsızlıkçısı"(!) da o denli inandırıcılıktan uzak görünüyor gözüme. Bile bile, özgür iradeyle nasıl böyle düşük karakterli bir işveren ile çalışılır! Üstelik böylesi bir iş anlaşması yalnızca iki tarafı ilgilendirmiyor: uluslararası ticaret hukuku, "tahkim" vb. türünden kısıtlayıcı kurallar yüzünden elinizi verdiniz mi sadece kendi kolunuzu kaptırmış olmuyorsunuz, uyruğunda olduğunuz devleti de riske sokuyorsunuz. İşte tam da bu "İşverenin", 84. yılında Türkiye Cumhuriyeti'ni topluca ayağa kaldıran küstah tavırlarına karşı koskoca Atatürk Ülkesi'nin elini kolunu bağlayan nedenlerin başında ne var dersiniz? Bildiniz: "Güney Kürdistan"(!) ile iş anlaşmaları yapmış Türk şirketleri! Onların karşılıklı çıkarları zedelenmesin diye, en etkili ve kansız baskı yöntemi olan ekonomik yaptırımlara gidilemiyor. Onların çıkarları zedelenmesin diye, belki de geriye kalan tek seçenek olarak gözüken askeri operasyonlarda ülke, gencecik evlatlarını yitirecek... "Tüfek icat olundu mertlik bozuldu!" sözü boş söz değildir. Binanın çatısında gizlenip, sanki değerli bir müzik enstrümanıymış gibi, özenle kılıfından çıkarıp seve-okşaya monte ettiği son model dürbünlü tüfeği ile yolda hiçbir şeyden habersiz yürü-

RkJQdWJsaXNoZXIy MTcyMTY=