Çatı ve Cephe Sistemleri Dergisi 13. Sayı (Mart-Nisan 2008)

~ gorunuş Orhan Baltacıgil info@kentyapitasarim.com Yazık Yapılar abam, en az iki ya da üç kez askerliğe çağrılan, il. Dünya Savaşı yıllarında otuzlu yaşlarını süren nesildendi. Trakya'nın kışında yedek subaylık yaparken, donma tehlikesiyle birçok kez karşı karşıya kalmışlar ... "Trakya'nın kışı, soğuğu, başka yerinkine benzemez!" derdi. Oysa okuldayken, Türkiye'nin, Avrupa parçasını oluşturan, üç yanı denizlerle çevrili bu bölgesini, ılıman iklim kuşağında diye bellemiştik. Aslında Trakya kışından babamın aklında kalan, herhalde termometrenin gösterdiği rakamsal değer değil, Karadeniz üzerinden gelip, Trakya'nın düz ve engebesiz topraklarını sıyırarak Marmara'ya doğru var gücüyle esen o ünlü kuzey rüzgarları olmalı. .. Yılda bir kaç kez oluşan Lodos fırtınalarını ya da çok yüksek basınçlı durgunluk dönemlerini saymazsak, bu yörenin kuzey-güney yönünde esen sürekli rüzgarları için, Atlantik'teki Alizeler, Hint Okyanusu'ndaki Muson yelleri ne ise Trakya için Yıldız ve Poyraz da odur denilebilir! Konumuz, bilinen işte bu gerçeği hiç dikkate almadan tasarlanmış bir "yazık yapı": çok büyük har34 ÇATI & CEPHE• MART-NiSAN / 2008 camalarla ve büyük umutlarla yapılan Atatürk Olimpiyat Stadyumu. Michel Macary ve Aymeric Zublena'yı Paris'teki öğrencilik yıllarımda, -öylesine- tanımıştım. Stajyer olarak çalıştığım ajansın ortaklarının yakın arkadaşlarıydılar. Adlarını yıllar sonra, "Stade de France" ın mimarları olarak yeniden duydum. Hızla 1998 Dünya Futbol Kupası'na yetiştirilen 80 bin kişilik bu anıtsal yapı, çok yönlü işlevselliği, estetiği, çevreye saygısı ve ileri teknoloji kullanımı ile yapılır-yapılmaz büyük beğeni topladı. Bu başarı, aynı mimarlara bu kez Türkiye'den, - İstanbul'un Olimpiyat düşleri görmesini(!) sağlamak için- Paris'te gerçekleştirdikleriyle aynı büyüklükte bir stadyum siparişi getirdi. Hiçbir gerçek mimar, bir önceki yapıtının gerisinde kalmak istemez: Zublena ve Macary de birini daha henüz bitirmişken yenisi ısmarlanan böylesine önemli bir iş için, Stade de France'dan daha da iddialı gözüken bir tasarıma kalkışmışlar: Paris'te, 18 direk tarafından boşlukta taşınan çatıda en geniş açıklık 60 metre iken İstanbul'da sadece iki direğe asılı ve tam 196 metreyi desteksiz geçen, hilal şeklinde tek bir çelik çatı! Paris'te halka şeklindeki çatı, zeminden 42 metre yüksekteyken, İstanbul'daki hilal 53 metrede asılı duruyor (ah şu Batılılar! İstanbul'u ille de "Doğu'nun Büyülü Kapısı" türünden arabesk klişelerle tanımlamak zorundadırlar ya!). Stadyumun batı yönündeki bu tek örtülü tribün, "işveren" i (Türkiye Olimpiyat Komitesi) pek tatmin etmemiş: hiç değilse karşı tribünün de üzerinin kapatılması istenmiş. Doğu'ya bakan Hilal esprisini (!) bozacağı için mimarlar itiraz etmişlerse de sonuçta farklı konseptte ve daha küçük bir çelik çatı örtüsünü de tasarlamak durumunda kalmışlar. Bunun dışında, izleyicilerin oturacağı 81.00 gri renkli koltuktan, aydınlatma ve ses düzenine değin her iki stadyumdaki uygulamalar, benzerlik gösteriyor. Bir durumdan diğerine geçişte -özneye yoğunlaşıldığından- değişen çerçeve genelde gözden kaçabiliyor. Paris'in özgün koşullarıyla İstanbul'unkiler ne denli benzeşebilir ki? Evet, stadın yapılması için seçilen Paris'in kuzey banliyösü St. Denis, genelde az katlı bir yerleşim alanı. Bu nedenle, çok göze batacak yükseklikte bir yapı yapmak -şehircilik açısından-sakıncalı bulunmuş. Bu nedenle mimarlar çareyi, stadı yarı beline kadar yere gömmekte bulmuşlar. Doğal zeminin 11 metre altına inilerek sorun çözülmüş. Bu sayede, dışarıdan bakıldığında 91 O katlı mütevazi bir yapı boyutlarını geçmeyen, ama aslında muazzam büyüklükte bir spor ve gösteri tapınağı yapılabilmiş. İyi, güzel de, -İstanbul demeye bile dilim varmıyor(!)-dağın başı, İkitelli'de yapılacak Olimpiyat Stadı'nı da böyle toprağa gömmenin gerekçesi ne olabilirdi ki? "Paris'te yaptık, güzel oldu!" değilse bu, nedir? Stade de France'ın çevresi elips şeklinde aynı yükseklikte (33 m) duvarla çevrili. İstanbul Olimpiyat Stadı'nda ise (hep o "hilal'i vurgulamak uğruna!) kuzey-güney aksı, zemin kotunda bırakılmış: yani, dışarıdan dümdüz yürüyerek tribünlerin en üst sırasına geliyor, oradan aşağıya doğru iniyorsunuz! Eh, ünlü kuzey rüzgarları da öyle yapıyorlar! Böyle olunca da burada yapılan tüm yarışma ve karşılaşmaların galibi her zaman şu üçünden biri oluyor: Karayel / Yıldız / Poyraz! Bu denli aşikar bir doğal gerçek, daha proje aşamasındayken dikkate alınamaz mıydı? Hadi diyelim mimarlar başından beri "Fransız" dılar!; ya bizim Olimpiyat Komiteciler, Etkili ve Yetkililer? Hangi girişimde olursa olsun, -eski deyişle­ "zaman ve zemin" çok önemli etmenler ... Olimpiyat Stadı'nı işlevsiz kılan korunaksız "zemin"i (!) ise, bir diğer "Yazık Yapı" Didim Apollon Tapınağı'nda neden "zaman" olsa gerek: Müslüman köyünde salyangoz satmak deyimi daha henüz ortaya çıkmadan, aynı içeriği doğrularcasına, Hıristiyan köyünde pagan tapınağı yapmaya kalkışmak da beklenen sonucu vermiş: İS 111. yüzyılda artık kimse tanrı Apollon'dan şafaat dilemeye gelmiyormuş. Devasa yapı da bitirilemeden yarım kalmış. Yine de Didim Apollon Tapınağı günümüzde işlevsiz değil: Batı Anadolu'nun en önemli tarihsel mekanlarından biri olarak turistler sayesinde epey getirisi oluyor. Ne dersiniz, bizim Olimpiyat Stadı'nı da -oluşturduğu yoğun yel koridorunu değerlendirmek üzere- rüzgar enerjisi santraline dönüştürsek fena mı olur!? .. ,,.

RkJQdWJsaXNoZXIy MTcyMTY=