Getto, eski İtalyanca bir sözcük.17. yüzyılda Venedik kentinde Yahudilerin bir arada oturmaya zorlandıkları bölgenin adıymış. Zamanla her türlü azınlığın kendilerini kentin geri kalanından yalıttıkları semt anlamına gelir olmuş. New York'un Harlem'i, ilk akla gelen ... Paris'in, Londra'nın eski Yahudi gettoları günümüzde dağılmış durumda. Yerlerini Üçüncü Dünya'dan göç edenlerin mahalleleri almış. Üç imparatorluğa başkentlik yapmış istanbul'un 'Doğu Roma' olarak anıldığı zamanlardan beri (kendi çevresini özel surlarla çevirecek kadar gelişmiş) en büyük gettosu ise Haliç'in karşı yakasındaki Cenovalı tacirler tarafından kurulmuş Galata (Sycae). Galata gettosu, Osmanlı devletinin güvencesi altında artık surlara gereksinimi kalmayınca, kabuğunu kırarak yayılmaya başlamış: Pera (Beyoğlu) böyle ortaya çıkmış. Pera, Saray'a kredi açacak kadar zenginleşen Galata bankerlerinin, kapitülasyonlarla başlayan ayrıcalıklı ilişkiler döneminde birbirlerinin önüne geçme çabası içindeki Avrupa devletlerinin küçük koloniler kurup yerleştikleri bir "gayrimüslim" kent görünümü kazanmış. Havraları, Hıristiyanlığın her mezhebinden kiliseleri ile Türk/ Osmanlı mimarisiyle hiç ilgisi olmayan, Avrupa tarzına öykünen yapıların plansız, özensiz daracık sokaklar boyunca yığıldığı "alaturka bir yabancı kent" olarak gelişmiş. Osmanlılar, her ne kadar İstanbul'da evrensel ölçüde önemli yapılar (camiler, saraylar, hamamlar, kapalı çarşılar) inşa etmişseler de ele geçirdikleri bu kentin yeniden planlanması, en azından var olan planının korunması gibi konularla hiç ilgilenmemişler. Eski Doğu Roma başkentinin görkemli ana caddeleri, forumları (alanlar)giderek küçük yapıların işgaline uğrayıp, mahalle aralarına dönüşmüş. Anlaşılan, Doğululara özgü, görkemli anıtsal eserler inşa etmek ama çevreleriyle hiç ilgilenmemek huyu, Osmanlı'nın da zayıf tarafını oluşturuyormuş. Kentin merkezi bu görünümdeyken, dış mahallelerin düzenli olması beklenebilir mi? Pera'daki Cadde-i kebir'in (büyük cadde) Frenkçesi: Grand Rü'dür (büyük sokak). Paris'in 200 metre genişliğindeki 'büyük caddesi' Şanzelize ile karşılaştırılırsa Beyoğlu'nun ana arteri 12-15 metrelik eni ile Avrupalı'nın gözünde ancak 'büyük sokak' olabilir! Cadde-i kebir'in (bugünkü istiklal Cad.) dar da olsa, bir 'cadde' olarak açılabilmesi de aslında bu yol boyunca sıralanan yabancı elçiliklerin girişimi ile olabilmiş. Kalansokaklar ise padişahın Levantenler'e (Avrupa kökenli Doğu'lu) tahsis ettiği bu yerleşim bölgesine olabildiğince çok yapı sığdırmak için inişli-yokuşlu daracık geçitler halinde açılabilmiş. Sıvayla kesme taş görünümü verilmiş ucuz cepheli, sıkışık, aşırı yüksek merdivenli ve kullanışsız planlı yapılarla tıka basa dolu Tarlabaşı, Sıraserviler, Cihangir ve Kuledibi gibi 'gayrimüslim' mahalleleriyle Pera, 19. yüzyılın Batı'ya özenen Osmanlı aydınlarının gözünde yine de Avrupa'yı temsil ediyormuş! Haydi diyelim, ayakları Doğu'nun kapanına kısılmış, kollarıyla Batı'ya umutsuzca uzanmaya çalışan Osmanlı aydını için kötü birer kopya da olsalar Pera'nın 'Avrupai' binalarının oluşturduğu dekor önünde, kentin Müslüman mahallerinde hayali bile kurulamayacak "Beyoğlu'nda felekten çalınan bir gecenin" insani boyutu pek önemliydi. Peki ya şimdi? Pera'nın gettolarını kuran insanlar çoktan bu ülkeyi terk edip gittiler. Geride bıraktıkları yapılar çok mu değerli? Az sayıdaki büyük ve gerçekten önemli mimarlık yapıtı sınıfında olanların dışındakiler, aslına bakılırsa, hiç de önemli değil! Beyoğlu'nun arka sokaklarını ve Tarlabaşı'nın köhne yapılarını koruyacağız diye bunca çaba gösteren bugünkü aydınlarımız acaba neyin peşindeler? İstanbul'un yitik azınlıkları günümüzde kıymete bindi! Onların inşa ettikleri ve bir zamanlar yaşamış oldukları mahalleler de öyle ... Kuşkusuz, Rumlar ve Ermeniler de en az Türkler kadar istanbulluydular. Ancak onları bu topraklardan koparan, işgal yıllarındaki seçimleri olmuş. Türklerden çoktan beri ümit kesip Avrupalılara yanaşmış olmanın, daha iyi ve çağdaş bir yaşama onlar sayesinde kavuşacaklarını sanıp, ezik ve savaştan yenik çıkmış Osmanlı Türk halkına ihanet etmiş olmanın bedelini ödemek zorunda kalmışlar, hepsi bu! Ayrıca, Mütareke döneminde Osmanlı aydınlarının büyük çoğunluğu da kurtuluşun ancak büyük bir Batılı devletin mandasına girerek olabileceği, Osmanlı'nın tepeden baktığı ve küçümsediği "Türkler" eliyle bir bağımsızlık savaşı düşünülemeyeceği inancındaydılar. Atatürk'ün bunu başarmış olması yüzünden, O'nu hiç sevmediler! Getto, her zaman toplum dışına itilmişlerin toplanıp güven aradıkları kenar mahalle demek değil. Bir de ait oldukları toplumdan hoşnut olmayıp başka bir yaşam tarzını benimseyen insanların özgür iradeleriyle bir araya gelip oluşturdukları 'ayrıcalıklı bölge' anlamına gelebiliyor. Eski sakinleri başka diyarlara göçtükten yıllar sonra, Cihangir yeniden bir gettoya dönüşmeye başladı: "T.C." karşıtı aydınların, yanlarına İstanbul'da yaşayan yabancıları da katarak bir arada yaşadıkları bir gettoya. Güle-güle otursunlar ... Benim tek üzüntüm, bu mahallenin, ta kuruluşundan beri göze çarpan: deniz ve tarihi yarımada manzarasından hiç yararlanamayan çarpık yapısının böylesine kültürlü ve varlıklı insanların gelip buraya yerleşmesi yüzünden bir gün mantıklı bir planlamayla düzeltilebilme umudunun artık kalmamış olması! ÇAT&I CEPH•ETEMMU-ZA~USTO/S2009 23
RkJQdWJsaXNoZXIy MTcyMTY=