Çatı ve Cephe Sistemleri Dergisi 3. Sayı (Temmuz-Ağustos 2006)

görünüş Mimar Orhan Baltacıgil Daha düne kadar, ister Arapça kökenli "Mimar", ister Yunanca kökenli "Architect" densin, bu sözcükle bir yapıyı kafasında tasarlayan, planlarını çizen, yapım sürecini düzenleyen ve yöneten kişi anlaşılırdı. Yakın zamana degin kazıcılar, temelciler, horasancılar, duvarcılar, dülgerler, çatıcılar, yontucular, ressamlar ... kısacası "yapı" denen küçük dünyayı oluşturan bütün meslek erbabı "Mimarın" çatısı altında toplanmıştı. Bu kadar degişik kökten, farklı huy ve töreye sahip insanla aynı mekanda yaşamak, onları düzen içinde çalıştırmak, iş vereni mutlu etmek, bütün bunları aksatmadan yaparken de -aslında hiç böyle sıkıntılara gelmeyen- "Sanatçı" yönünü geliştirmeye özen göstermek .. Bunca farklı özelligin tek bir insanda toplanmasının yarattıgı baskı, onun ya davranışlarında ya kılıkkıyafetinde bir "uçuk-kaçık"lıga neden olabiliyordu. Nitekim bu farklılık hiçbir çagda yadırganmadı. Hatta, mimarın yaptıgı işin zorlugunu en iyi anlayabilecek konumda olduklarından, en güçlü hükümdarlar, en zorba tiranlar, konu "Mimarbaşı" nın huysuzlugu oldu mu yumuşarlar, bu "kaprisli" ama önemli adama kimselere göstermedikleri hoşgörüyü bahşederlerdi. 14 ÇATI & CEPHET• EMMUZ-AGUSTOS / 2006 Mimarlığın Çatısı ve Cephesi Bugünün işverenlerinin gözündeyse mimarın artık hiçbir ayrıcalıgı yok, para babası patrona biraz direnecek olsa çevreden sesler yükseliyor: "Aman yolla gitsin! Mimar mı yok? Elini sallasan ellisi! .." Ne oldu da mimarlık böylesine itibar kaybetti? Başlangıçtaki neden "Sanayi Devrimi"dir. 19. yüzyıl sonlarında, sanayisi kurulabilen bütün zanaatlar gibi yapı sektörü de köklü degişiklige ugradı: geleneksel ustalıktan yapı teknolojisine geçilince, o güne degin bilinmeyen, örnegin demir gibi yeni yapı malzemelerinin sagladıgı olanakların ögrenilmesi, hesaplanması konularının yanı sıra, farklı boyuta taşınan yapı sürecinin -endüstrinin ge(eksinimlerine göre-yeniden düzenlenmesi de mimarlıgın kapsama alanı dışına çıkıverdi. Yapı mühendisligi, endüstriyel yapı koordinatörlügü yeni uzmanlık alanları olarak ayrıştı. Gustave Eiffel gibi mühendisler, mimarlara gereksinim duymadan kuleler, köprüler inşa etmeye koyuldular. Sanayi devriminin "daha büyük, daha hızlı, daha işlevsel, daha deneysel yapılar" dayatmasına karşı koymak olanaksızlaşmıştı. Bundan cesaret alan mühendislerin salt hesaba dayalı yalın çözümleri karşısında dönemin mimarları dehşete kapıldılar. Altlarındaki zemin kaymaya başlamıştı. Bir şeyler yapılmalıydı. Aceleyle bulabildikleri tek çözüm, bir anda başlayan bu yeni çagın icadı gökdelenleri, demir ve camdan hangarları, kule ve köprüleri -tanınmaz hale getirircesine-iyi bildikleri süsleme elemanları ile kamufle etmekten ibaret kalınca, 20. yüzyıl başlarında bu çagdışı çabanın mimarlık meslegini gülünç duruma düşürdügünü fark eden yeni nesil mimarlar ortaya çıkmakta gecikmedi. Gropius, Mies van der Rohe'nin "Bauhaus Ekolü" ve Le Corbusier sanayi devrimiyle mimarlık arasında bir ateşkes ortamı hazırladılar. Ama olanlar olmuş, mimarlıgın tanımı degişmişti bir kere. "Tasarım faslı" henüz yerinde duruyordu ama üretim ve uygulama süreci büyük ölçüde mimarın kontrolünden çıkmıştı. Şantiyelerde, binlerce yılın yoldaşı yapı zanaatkarlarının yerini sanayi işçileri ve makineler almıştı. 20. yüzyıl başlarından bugüne gelene kadarki süre içinde, mimarlıgın elinde kalan son uzmanlık alanı da tırtıklanmaya devam etti. Merkezi yönetimler, politikaları dogrultusunda şehirleri planlayıp, yapılacak yeni binaları, boyutları ve görünüşlerine

RkJQdWJsaXNoZXIy MTcyMTY=