~ görünüş Mimar Orhan Baltacıgil Kaç yıldır bıkmadan, usanmadan bizi uyarıyorlar; aylarca deniz diplerini taradılar, uluslararası dayanışma içinde gelişmiş aygıtlarla ölçümler yaptılar, doğruluğu tartışılmaz somut veriler elde ettiler. Sonra da konuyla en ilgisiz olanımızın bile anlayabileceği bir sadelikle bunları herkese bellettiler. Nitekim, hepimiz bilim insanlarının ne söylediklerini ezbere biliyoruz... Dediler ki, "Kuzey Anadolu fay hattının geçtiği yer şurasıdır. Bu yanal atılımlı bir faydır. Şu bölümlerinde, şu tarihlerde kırılmalar, yani enerji boşalmaları meydana geldi; şu kısımlarda ise enerji sıkışması oluştu. Bunun da bilim dilindeki anlamı şudur: En çok otuz yıl içinde (ki bunun yedisi geçti!) 7,6 şiddetinden az olmamak üzere büyük bir deprem olacaktır ... " Önümüze koydukları haritaya bakınca da depremden en çok etkilenecek kentin, Türkiye nüfusunun altıda birinin yaşadığı, ülke ekonomisinin beyni ve kalbi olan "İstanbul" olduğu açıkca görülüyor ... Onlar, Büyük Tufan'ı haber veren Nuh, Ad Kavmini uyaran Lut Peygamberler örneği görevlerini yaptılar. Şimdi bu uyarıları toplumca nasıl algılamışız, nasıl tepkiler göstermişiz, şöyle bir bakalım. Deprem konusunda önlem alma yetki ve 28 ÇAT&I CEPH•EKASIM-ARALI2K0/06 Lut ve Nuh olanağı bulunmayan yurttaşlar cephesi: Aslında hepsi, cezaları kesinleşmiş birer idam mahkumu olduklarını biliyorlar. Bir tek umutları kalmış: "Belki bizim infaz gerçekleşmez!" Bu psikoloji içinde korkuyla yatıyorlar, endişeli ve yorgun uyanıyorlar, arabalarını şuursuzca sürüyorlar, toplum kurallarını hiçe saymayı doğal karşılıyorlar, deprem için hiçbir somut önlem almayan yöneticiler yerine, öfkelerini birbirlerine boşaltıyorlar ... Yeni ev alırken hala mutfak dolaplarına, banyo fayanslarına bakıyorlar. Parasal olanakları iyi olanlar "her bakımdan güvenlikli" olduğuna inandıkları yeni "getto"larına taşınıyorlar .. Toplumun ve bireylerin yaşama hakkını ve esenliğini sağlamakla yükümlü kamu yöneticileri cephesi: "Enkazı nasıl kaldırırız?", "Molozları nereye dökeriz?", "Ölüleri nereye gömeriz?", "Ölü soyucularını ve enkaz yağmacılarını nasıl engelleriz?" yönünde ciddi çalışmalar yapıyorlar! Yönettikleri, daha doğrusu hizmetinde oldukları insanlardan "Bizi hayatta tutun!", "Yıkılmayacak evlerde oturmamızı sağlayın!", "Amerika ve Japonya'da depreme nasıl çare buldularsa, siz de bulun!", "Öldükten sonra değil, sağ iken depremde nasıl davranacağımızı bize öğretin!" türü talepler gelmediği için, onlar da boş vakitlerini kavşak düzenleyerek, göbekleri, refüjleri çiçeklendirip güzelleştirerek değerlendiriyorlar ... Binaları yapan mimar, mühendis ve bunları yetiştiren üniversiteler cephesinden: Sorumluluğu Üzerlerinden en kolay atanlar mimarlar... "Ben 'mimarimi çizdim verdim; hesap benim işim değil" deyip işin içinden çıkıveriyorlar. Mühendislerimiz biraz daha zorlanıyor. Önce, "Bize danışan olmadı, yapı kaçak" ile başlıyorlar, ama "Yıkılan bir kamu binası, nasıl kaçak olur?" denilince, "Yüklenici demirden, çimentodan çalmıştır! "ı deniyorlar. Aksi gibi yüklenici de namuslu çıkarsa, son darbe hazır: "O zaman 98 yönetmeliğine göre yapılma-
RkJQdWJsaXNoZXIy MTcyMTY=