gorunuş Mimar Orhan Baltacıgil Yanıma gelip, "Sahi sen Türk'tün değil mi? Bu yaz senin ülkene gidiyoruz, Kapados'a..." diyen Mimarlığa Giriş dersinin karı-koca hocalarına şaşkınlıkla bakıp: "Türkiye'de öyle bir yer hiç duymadım!" diye karşılık vermiş olmanın utancını aradan geçen otuz küsur yıla rağmen hala taşıyorum ... Evet, lisedeyken Coğrafya dersinde, Ürgüp yakınlarındaki Peri Bacaları'nın nasıl oluştuğunu öğrenmiştik. Ama buranın, binlerce yıldan beri Hatti, Hitit gibi uygarlıkların kurulduğu; kırılgan bir bünyeyle doğan Hıristiyanlığın bu doğal kuvözde kalıp hayata tutunduğu; Orta Asya'dan çok sonraları gelmelerine karşın Türkler'e "yerli Anadolu halkı" statüsünü kazandıran Bektaşiliğin ortaya çıktığı koskoca bir bölge, hatta ülke olduğunu daha önce kimse söylememişti! Kapadokya Hititçe, "Güzel Atlar Ülkesi!"; onu Paris'ten döndükten sonra, profesyonel rehberlik kursunun gezisi sırasında keşfettim. Yetmişli yılların sonlarıydı. .. Kapadokya hakkında hiçbir şey öğretmeyen eğitim sistemimiz adına utanmaya da o tarihte başladım! .. Otuz yıl öncesinin gezginleri mi daha nitelikliydi; biz rehberler mi iyi yetiştirilmiştik; acentalar mı bugünkü firmalar kadar "si34 ÇATI & CEPHE• MART-NiSAN / 2007 Kapadokya'yı Ne Kadar Tanıyoruz? nekten yağ çıkarma" derdinde değildiler? On beş-yirmi gün süren Anadolu turları, zamanın klimasız otobüsleriyle, çifte rezervasyonlu, konforsuz otelleriyle nasıl da başarılı geçebiliyordu öyle? Bazen, daha yolun başında sorunların üst-üste geldiği, seyahatin riske girdiği de oluyordu, ama ne gam? Nasıl olsa önümüzde iki günlük Kapadokya etabı bulunurdu. Orada her şey yoluna girerdi! Buraya gelip de düş kırıklığı yaşayan, aradığını bulamayana rastlamadım. Değişik değişik ülkelerden, bunca farklı kültür, inanış ve yaşam alışkanlıklarına sahip insanlar, daha önceden bildikleri hiçbir yeryüzü şeklini çağrıştırmayan, yapıların yapıya benzemediği, yakın geçmişe değin yerli halkın mağaralarda, hatta yeraltında kurulmuş kentlerde yaşamış, kayalara oyulmuş kiliselerde, camilerde tapınmış olduğu bu tuhaf coğrafya içinde aradıklarını buluveriyorlardı işte! Pier Paolo Pasolini'nin başrolde Maria Callas'ı oynattığı Medea'sına, (çok daha yakın geçmişte, TV dizisi Asmalı Konak'a) doğal dekor oluşturan dünya dışı görünüşünün; -fotoğraf meraklılarını mutlu eden- berrak havası, ılımlı ışığı ve lacivert gökyüzünün; insanı neşelendiren lezzetli şarabının; inançlı Hıristiyanları heycanlandıran kaya kiliselerinin; şaşırtıcı yeraltı şehirlerinin; sınırsız alışveriş olanaklarının, turistleri tatmin etmede elbette büyük payı olmalı. Ne var ki görünen bu gerekçelerin dışında yörenin tanımlaması zor ancak duyumsanabilecek bir özelliği daha var: "İnsanı hemen sarıveren barış ve hoşgörü havası". Turlardaki Kapadokya etabının hep başarılı olmasının esas nedeni de bu olsa gerek... Lisede okutulmayan Kapadokya tarihini sonraları kendi çabamla öğrendikçe, bu barış ve hoşgörü havasının nedenini anlamak zor gelmedi. Buradaki topraklara büyük savaşların ve kıyımların kan kokusu sinmemişti! Doğudan, güneyden ve batı-
RkJQdWJsaXNoZXIy MTcyMTY=