Çatı ve Cephe Sistemleri Dergisi 9. Sayı (Temmuz-Ağustos 2007)

görünüş Orhan Baltacıgil ■ içe Kapanıık Megarondan Qüleryüzlü Anadolu Kentine.~. u ülkenin insanları olarak hepimiz tarihi anıtlara, ören yerlerine, çok eski uygarlıkların tanığı kalıntılara aşina olarak yaşadığımızdan bunun ne denli büyük bir varsıllık olduğunu düşünmeyiz bile ... Doğduğum İstanbul'un zaten her yeri tarihti; çocukluğumun geçtiği İzmit'teki ilkokulun bahçesinde Roma çağından kalma sütun başlıkları arasında köşe kapmaca oynardık ... Oturduğumuz SEKA lojmanları yapılırken kazma küreğe takılan harikulade kalıntıların bir araya getirilmesiyle oluşturulan açık hava müzesi gibi yer, mahalledeki oyun arkadaşlarımla buluştuğum gizli karargahımızdı ! Atatürk, yarattığı ulusun, Anadolu'nun eski sakinlerinin doğal mirasçısı olduğunu düşünen ilk hümanist olmalı: O'nun hayatta olduğu devrim yıllarında, gerçekte Türk soyundan ve İslam dininden olup-olmadıklarına bakılmaksızın, Anadolu'da en eski uygarlıkları kurmuş toplumların da yeni Türk ulusunun gerçek ataları olarak benimsenmelerini sağlamak amacıyla, arkeoloji çalışmalarına önem veriliyor, eğitim-öğretim bu yönde düzenliyor ve gündelik hayatta sık sık karşılaşılsın diye önemli ekonomik işlevlerle yeni kurulan bankalara Eti, Sümer; yeni alınan yolcu gemilerine Sus, Trak gibi eskiyi anımsatan isimler konuyordu. Oysa anımsıyorum, geçmişle günlük ya24 ÇATI & CEPHE• TEMMUZ-AGUST0S / 2007 şamda bu denli içli-dışlı olmamıza karşın, çocuk aklımızla yine de sanki tarihle aramızda bir bağlantı kopukluğu duyumsardık: eğer camiye dönüştürülmüşse, eski bir kilise "bizim" olabiliyordu ama aksi durumda, o, ne denli görkemli olursa olsun, bu ülkeye bir zamanlar ayak basmış bir takım yabancıların bıraktığı kalıntıdan başka bir şey değildi! Geçmişe dönüp baktığımda gördüğüm şu: herhalde benim ilkokul çağım olan Demokrat Partili yıllarda, Atatürk karşıtlığı, -bugünkü kadar olmasa da-olumsuz etkisini iyice göstermeye başlamış olmalıydı. .. Yoksa, bizim çocuk neslimiz, anne-babalarımızın aksine, geçmişle arasında doğal bir bağ kurmakta neden zorlanır hale düşsün? .. Bugün, 60 yıldır süren karşı-devrim süreci sonucunda ulaşılan nokta, gericilik açısından doğrusu büyük başarı(!) sayılmalı: milletimizin tarihi, 1071'de Malazgirt'te başlar; ondan öncesi sapkın inanışlardaki bir takım yabancı kavimlerin önemsiz hikayeleridir ki bu, bizden çok Avrupalıları ilgilendirmektedir! Ne var ki bu gülünç ve dar görüşlü öğretim dayatmasını çürütmek için tek başına mimarlık tarihi yeter: çünkü mimarlık, uygarlıkların aynasıdır. Geçmişten kalan yapıları inceleyerek birbirini izleyen uygarlıkların nasıl etkileştiklerini, toplumların yaşayış biçimlerinin hangi süreçte ve ne oranda değişime uğradığını sağlıklı şekilde gözlemlemek olasıdır. Eğer doğru olan bu değil de "tarihimiz 1071'de başladı" savı olsaydı, o tarihten beri Anadolu'da yalnızca çadırlı bir yaşam hüküm sürüyor olacaktı demek abartı sayılmamalı, çünkü bilinen şu ki, -ne denli soylu devlet geleneklerine sahip olurlarsa olsunlar- Türkler, yerleşik düzene alışık değildiler, mimarlık ve yapı sanatı konusunda uzmanlıkları yoktu. Oysa Selçuklu dönemi, mimarlık açısından Anadolu'nun en parlak ve özgün çağlarından birisidir. Bizans'ın iyice çaptan düşüp, denetimi yitirdiği bir ortamda bütün Anadolu, Selçuklu sultanları eliyle köprüler, yollar, kervansaraylar, camiler ve hastanelerle donatıldı. Şehir surları, saraylar, mezar anıtları ince bir zevkle inşa edildi ... Konya'daki Alaeddin Camii, daha çok bir

RkJQdWJsaXNoZXIy MTcyMTY=